Rahmetli Mehmet Ali Civelekoğlu (aşçı-lokantacı)’nun, görünürdeki sert bakışlarının arkasına gizlediği çok şakacı bir kişiliği vardı. En olmadık zamanlarda bile hayata ve olaylara tebessüm ederek bakmayı becerirdi.
Yaylacılığın revaçta olduğu yıllarda onun yakın arkadaşlarından Ali, uzun süre yaylada kaldıktan sonra ihtiyaçlar için ilçeye iner. Amcam onu ayağının tozuyla mükellef bir davete götürür. Ali, çorbayı, banağı, bamyayı, sarmayı büyük bir hasret ve iştahla yer. Tatlı olarak sofraya şeker peltesi gelir.Peltenin şekerle yapılan türü, o yokluğun ve fakirliğin diz boyu olduğu yıllarda öyle herkesin sofrasında görülmez...Ali de bu ak tatlıyı ilk defa görmektedir. Daha önce çok pelte yemiştir ama hepsi de pekmezden yapılmıştır. Eline kaşığı alır ve ürkek bir tavırla tabakta titreye titreye arz-ı endam eden pelteye doğru uzanır…Tam o esnada Mehmet Ali amca:
-Ali, dur, yeme ! Sana dokunur o! diye seslenir. Gayesi, arkadaşına şaka yapmaktır ancak Ali bunu ciddiye alır. Öyle ya Mehmet Ali amca ondan büyüktür…Bizde büyüğün lafının üstüne laf söylemek olur mu? O tadını hiç bilmediği ama çok nefis görünen şey, elindeki kaşığın içindedir…Yutkunur, yutkunur, eli titreye titreye pelteyi tabağa geri koyar…Sofradakiler, başta Mehmet Ali amca olmak üzere “yahu sana şaka yaptık, tamam dokunmaz, ye !” diye ısrar etseler de Ali pelteye hiç dokunmaz…
Dokunmaz da aklı da hep peltede kalır…Uzun bir süre sonra, şekerden yapılmış pelte ile tekrar tanışıncaya kadar, Mehmet Ali amcamı her görüşte, hani o çok isteyip de tadamadığı şey için, hasret dolu bir iç çekişle hep aynı şeyi söyler:
-Ak gibiydi, datlı gibiydi ay dezo …Yeyemedim, sana da bi şey deyemedim ay dezo…
|